Web sitemize hoşgeldiniz, 06 Aralık 2024
REKLAM ALANI
Anasayfa » İslam tarih » Saklanan Parapsikolojik Savaş

Saklanan Parapsikolojik Savaş

REKLAM ALANI
Saklanan Parapsikolojik Savaş

1980
Saklanan Parapsikolojik Savaş

Bu alanda bilgili olmayan bir okuyucu için bu terim fazla kapalı geliyorsa, bunun düşüncenin uzaktan iletilmesi veya telepati yoluyla uygulanan bir savaş olduğu söylenebilir.

Belgelerin telepatiyle çalınması, telepati yoluyla düşüncenin odaklanması ve yetenekli telepati uzmanlarınca makinelerin kumanda edilmesi deneylerine bu üç ülkenin her biri bugün miktarı belirlenemeyen bütçeler ayırdı.

Sansasyonel veya hoş görünen bir şey ifşa etmek amacıyla tek tük veya şüphe uyandırıcı bazı olaylardan yola çıkılarak yapılan kestirimci bir değerlendirme değildir bu. XX. yüzyılın dünya politikasının bu tuhaf bölümüne birçok eser adandı ve saygı duyulan yayıncılar tarafından yayımlandı.

XX. yüzyılın askerî ve bilimsel tarihinin bu bilinmeyen bölümünün başlıca olaylarını özetlemekle yetineceğiz; bunlar, aldatmacanın kendisi ile (her ne kadar dindar olmasalar ve radikal derecede pozitivist görünseler de) bazı cemaatlerde görülen kendi kendini aldatma arasında bir sınır çizmenin ne kadar zor olduğunu değerlendirmeyi sağlayacak.

Yukarıda belirtilen 1980 yılı bir dönüm noktasıdır: ABD’nin “psikotronik” silahlar alanında askerî araştırmasının halka ilk açıklandığı yıldır. Yarbay John B. Alexander tarafından yazılan “The New Mental Battlefield: Beam Me Up Spock” (Yeni Zihinsel Savaş Alanı: Işınla Beni Spock) fantezilerin etkisi altında olmayan bir dergide yayımlandı: Silahlı kuvvetlerin aylık yayını Military Review’ın Aralık sayısında. Aslında araştırmanın içeriği 1960’lı yılların ortasından beri giderek genişliyordu.

Yazar orada şaşırtıcı açıklamalar yapıyordu; özellikle, askerlerin füze performanslarıyla, füzesavar kalkanlarla ve bombardıman uçaklarıyla ilgilendiklerini dünya kamuoyunun çoğunun tahmin ettiği bir dönemde:

– “Zihin gücüyle harekete geçirilen ve öldürücü nitelikleri çoktan ispat edilmiş silah sistemleri var.”
– “İyileştirme veya hasta etme yeteneği belki uzaktan uygulanabilir, böylece görünen bir sebep olmadan hastalık veya ölüme yol açılabilir. Her ne kadar sinekler ve kurbağalar gibi alt tabaka organizmalarda bu ispat edilmiş olsa da, bir adamın ölümüne neden olma konusunda gerçekten ne kadar yetenekli olunabileceği hâlâ tartışılmakta.”
– “Telepatik hipnozun kullanımının büyük bir potansiyeli (belli ki askerî) var. Bu yetenek insanları, onlar farkına varmadan, programlamayı sağlayabilir.”
– “Belli ki psikotronik silahlar şimdiden mevcut; yalnızca onların kapasiteleri tartışılıyor.”

Yalnızca bilgisizlerin dili tutuldu. Çok uzun zamandır Pentagon inisiyeleri Kremlin’in efendilerini, onlara yoğun biçimde negatif düşünceler göndererek, ölümcül hastalıklara düşürme ihtimalini düşünüyorlardı. Belki de sonunda bunu başarmışlardı…

Bununla birlikte Sovyetler Birliği de boş durmuyordu. 1922’den beri zihinsel telkinin incelenmesi için bir komite kurmuş ve psikolojik savaş tekniklerini fayda sağlayacak bütün yönlerde geliştirmişti, İskandinavya’dan esinlenilmiş “duygusal propagandadan” (çok sonradan Guantanamo ABD hapishanesinde uyarlanmış) “beyin yıkama” tekniklerine ve radyo dalgaları gibi görülmemiş yollarla beynin işleyişini değiştirmenin yöntemlerine kadar.

1962’de Ukrayna Bilim Akademisi, elektrik mühendisi Bernard Kazhinski’nin “radyo-biyolojik iletişim” üzerine, telepatiyi askerî iletişim yöntemi olarak kullanmanın imkânlarıyla ilgili bir eserini yayımlamıştı.

Fikir Ortodoks Marksizm’e tam olarak uymuyordu ama Sovyet gizli servislerinin bununla ilgilenmek için geçerli sebepleri vardı: 1954’te lanse edilen Amerikan atomik denizaltısı Nautilus’un Groton’daki üssüyle alçak derinliklerde ancak kıyıdaki telepati uzmanları sayesinde iletişim kurabildiği üzerine bazı dedikodular onları epey kuşkulandırmıştı.

Ve konuyla ilgili şaka yapmıyorlardı: 1977’de KGB, çalışmalarının sırrını korumak için, Los Angeles Times’ın Moskova muhabiri Robert C. Toth’u kaçıracak kadar ileri gitmişti. O gece, Toth’un Leningrad’dan gelen bir Sovyet biyolojistle randevusu vardı; telepatinin biyolojik temelini bulduğunu düşünen Valeri Petukhov. Toth dört gün gözaltında tutuldu. Diplomatik kriz teğet geçildi. Toth, Petukhov’la görüşemedi, zaten o da Amerikalı’nın gidişine kadar güvenli bir yerde tutulmuştu.
Psişik savaş boş bir sözcük değildi.

1970’li yıllardan 1980’li yıllara geçerken KGB, Moskova’daki ABD Konsolosluğu’nu mikrodalga demetleriyle “bombardımana” tutmuştu, bu da personelde etkili olarak çeşitli hastalıklara yol açmıştı. Bir CIA soruşturması bu uygulamaların son bulmasını sağladı.

Böylece SSCB dünyaya hizmet etmek için eğitilmiş durugörü uzmanı iki milyon kişiden bir ordu oluşturmuştu. 1961’de araştırmacı Pavel Naumov batıdaki bazı çalışmaları ortaya çıkardığında, gulaga gönderildi.

Çin’in de ABD ve SSCB’nin psikotronik silahlarından haberi oldu ve bununla ilgilendi. Çinlilerin araştırmaları hakkında çok bilgimiz yok, ama, 1981’de, Pekin’de Academia Sinica’nın Yüksek Enerji Fiziği Enstitüsü’nün parafizik (ender bir yeni sözcük) grubundan Hsu Hung-Chung’un bir açıklaması insana hayaller kurduruyor: ‘Yoğun bir psi işleyişine sahip olan giderek daha fazla kişinin ülkemizde bulunduğu kanıtlandı, buna bütün PK (psikokinezi) ve ESP (duyuötesi algı) türleri dâhil.”

Böylece yirmi yıldan uzun süren çılgınca bir efsane başladı.

Belki de en gülünç olay şuydu; 1991’de, İsrail ve Lübnan arasında topçu düelloları devam ederken, ABD ve Sovyet gemileri açıklarda karşılaşırken, yirmi özel uzman asker konuşlandırıldı: Yeni Meksika’daki Santa Fe’den Kansas, Fort Leavenworth’teki askerî üsse transfer edildiler. Binmeden önce, beyinlerini delta dalgasına getirme emri aldılar. Askerler mi? En genci 14 yaşındaydı, en yaşlısı 75. Yarısı erkek yarısı kadındı, yarısı sivil yarısı askerdi. First earth battalion, yani “birinci kara taburuna” dâhildiler.

Ekipmanları: Lazerli hafif tüfekler, halüsinasyona yol açan havan topları, akupunktur kutuları ile madenleri ve yeraltı tünellerini tamir etmek için kaynak arama çubukları. Dengelerini bozmak amacıyla “Sovyetleri sevgiyle bombardımana tutma” emri aldılar.

Daha pragmatik olarak Amerikalı Marine Corps, Vietnam Savaşı sırasında en tehlikeli bölgelerden biri olan Hue yakınında, Vietnamlıların tünellerini ve cephane saklama yerlerini belirlemek için bir kaynak arama taburu göndermişti. Tabur orada beş ay kaldı ve geri çekildiğinde, sebep olarak, ileride onların yeteneklerinin askerlere öğretilmesinin zor olduğu ileri sürüldü. O zaman XX. yüzyıldı. Amerikalı senatörler, CIA, NASA, Savunma Bakanlığı, Pentagon, Kremlin, KGB, Çin Komünist Partisi ve diğer birçokları bu araştırmalara destek veriyordu.

İroni kolay olacaktı. Bununla birlikte, bu dünya çapındaki çılgınlığa elverişli olan ortamı yeniden oluşturmak gerekir. 1960’lı yılların başından beri, batı gençliği ve entelektüel, ideolog, şair, yazar gruplarının elebaşları iki dünya savaşının yol açtığı korkunç şeylerden dünyayı kurtaracak yeni bir idealin peşine düşmüşlerdi. Atom silahlarının tehdidi dünya üzerine çökmüştü ve barış yanlısı hareketler o zamanlar meşhur olan Peace and Love (Barış ve Aşk) simgesini yayarak gelişti. Bazıları, başka kıtaların dinleri ve bilgeliklerinde, örneğin Budizm’de, bir evrensel uyum ideali aradılar. Bütün dünyanın gençleri Katmandu’ya ve Goa’ya akın ederek sentez bir mistisizm ve uyuşturucuların nirvanalarını karıştırdılar, öte yandan diğerleri Kaliforniya’da, Danimarka’da (Christiania’yı hatırlayan var mı?) veya Hollanda’da ortak boş hayaller yaratıyordu. Başkaları da, örneğin bir Timothy Leary’nin doktrinini yorumlayarak uyuşturucuların sürüklediği ataraksiyada yeni yaşam biçimlerini buldular ve işte o zaman bu uyuşturucular Batı dünyasını istila etti; hatta LSD gibi yenileri icat edildi. Anahtar sözcük o zaman “yeni bir spiritüellikti.”

Bu akımlar New Age adı altında tanınan yaygın bir mitoloji kurdu. Bazı teorisyenlerin en azından belli belirsiz evrensel enerjiyi tartıştıkları ve Wilhelm Reich’in bu enerjiyi orgon akümülatörleri içinde toplama olanağı hakkındaki zırvalarını tekrarladıkları duyuldu. Tarikatlar çoğaldı.

Anlamlı bir işaret: SSCB genel sekreteri Nikita Kruşçev, Nina Koulagina adlı bir kâhinden hizmet almaya başladı; onun “parmaklarıyla gördüğünden” ve psişik saldırılarıyla Amerikan atom denizaltısını batırdığından şüpheleniliyordu. ABD başkanı Ronald Reagan da bir astrologun hizmetlerine başvurdu, aynı şekilde Fransa Cumhurbaşkanı da. Birmanya’da askerî diktatorya altında, General Newin ondalık sisteme dayalı banknotların “uğursuz” olduklarına karar vererek bunları tedavülden kaldırttı ve yerlerine 9 rakamı ve çarpanlarını temel alan paraları getirdi.

Eğilim dünya çapındaydı.

Sivil hayatta toplanan bilim adamları, duyu ötesi algı ve düşünceyle uzaktan eylemde bulunma olanağı üzerine yapılan tartışmalarda, geçerli olabilecek şeyleri kurmaya çabaladılar. Hatırlatmak gerekir ki, İngiliz Nobel Ödüllü Brian Josephson, Eugen Wigner ve David Bohm gibi ünlü fizikçiler, John G. Taylor gibi dünya çapında tanınan bir matematikçi ve daha birçokları, ünlü kâşık bükücü Uri Geller’i savundular; o da tıbbi elektronik uzmanı Andrija Puharich tarafından İsrail’de keşfedilmişti. O zamanlar tanınan biri olan astronot Edgar Mitchell, arenaya atıldı ve Geller’i halk içinde savunarak sansasyon yarattı: İddiasına göre onun yanındayken üç yıl önce kaybettiği bir kravat iğnesini bulmuştu; iğne, dondurmasının içinde materyalize olmuştu…

Eleştirme yetisinin ne kadar gerilediği görülüyor. O zaman bir araştırmacı takımı, bilimin, nasıl XIX. yüzyılda nükleer ve genetik fizik çağına girdiyse, şimdi de zihinsel iletişim alanında bir keşifler çağına girmekte olduğu yönünde az çok karmaşık bir fikir öne sürdü. Ne de olsa beyin, vücudun geri kalanı gibi, elektrik fenomenlerinin merkezidir, bu fenomenler beynin fizyolojisinin süregelen kimyevi ilişkileriyle üretilmiştir. Gerçekten de organik elektromanyetik bir alan vardır; şüphesiz zayıftır ama bunun genişletilebileceği ve uzaktan başka varlıklar ve makineler üzerinde uygulanabileceği neden hayal edilmesin? Psikotronik makinelerin temel prensibi budur.

Beyin dalgalarına bağlı çeşitli fenomenleri incelemek için neredeyse her yerde inceleme laboratuvarları kuruldu. En ünlülerinden biri J. B. Rhine’inki oldu. Rhine, İnsan Doğası (gerçekten) Üzerine Araştırma Vakfı genel müdürüydü, özellikle telepati ve psikokineziyle ilgileniyordu, ama itibarlı şirketler kervana katılmakta acele etti. Uçak üretimcisi McDonnell, o dönem dikkate değer bir miktar olan 500 bin dolar yıllık bütçeyle psişik araştırma için bir laboratuvar kurdu. Westinghouse Electric Corporation özellikle düşünce iletimi deneyleri yapmak üzere üretilmiş aygıtlar imal etti ve bu şubenin başkanı Dr. Peter A. Castruccio sonuçları “oldukça umut verici” buldu.

Araştırmalar dehşet verici manzaralara yol açtı. Neuropsychiatric Institute’ün bir üyesi olan ve bilimkurguya biraz eğilimli Langey Porter’a göre, beynin işleyişini durdurabilecek ve 1.000 km uzakta 200 km karelik bir alanda bütün hayatı ortadan kaldırabilecek son derece düşük frekansta bir radyasyon silahı (RFB) üretmek mümkündü. Bunu 1980’de söyleyen araştırmacı, bu silahın maddi mi yoksa psikotronik mi olduğunu belirtmiyordu.

Radyasyonların ve elektromanyetik alanların canlı dokular üzerinde, hâlâ iyi gösterilmemiş ve özellikle tıbbi açıdan ihmal edilen bir etkisi var şüphesiz. Ama o dönemde, fazla büyük bir önemi olmayan saptamaların üzerinde, hiç olmazsa üstü kapalı denilecek teoriler tasarlandı. Bilim dünyasına şaşırtıcı yayınlar yağmur gibi yağdı; en akıl almaz olanlardan biri, ünlü Stanford Research Institute’ün iki fizikçisi Harold Puthoff ve Russell Targ’ın yayını oldu. Başlığı “A Perceptual Channel for Informations Transfer över Kilometer Distances” (“Kilometrelerce mesafeden bilgi transferi için bir algı kanalı”) olan yayın, itibarı büyük Proocedings of the National Academy of Sciences’ta 1967’de yayımlandı. İnsan alıcı ve vericiler arasında hiçbir destek olmadan veri iletmenin mümkün olduğu orada öğreniliyordu. Verici olmasa bile Targ, yetenekli bir kişinin psişik dalgalar sayesinde Merkür gezegeninin ayrıntılarını çok iyi görebileceğine dair güvence veriyordu.

Ama Peter Hurkos gibi “yetenekli biri” zaten sırf alnına sürerek fotografik plakalar bastırmayı başarmıyor muydu? Şehir manzaralarının gelişimini görüyorduk…

1980 Mart ayında, Amerikalı senatör Bob Kastenmeier Pentagon’a, resmen Stanford Enstitüsü veya başka yerlerdeki psişik araştırma çalışmalarına para yardımında bulunup bulunmadığını sordu. Ron McRae’nin verdiği cevap biraz üstü kapalıydı: Stanford Enstitüsü’ndeki araştırmalar verimsiz olmuştu ama National Science Foundation veya Savunma Bakanlığı gibi başka kurumlarda farklı çalışmaların yürütülmüş olması mümkündü; bununla birlikte, bunlar muhtemelen “sınıflandırılmıştı” yani gizliydi.

Bu araştırmaların bütçesi için bir rakam verildi; yılda 6 milyon dolar. O zaman için bu dikkate değer bir rakamdı; öte yandan gerçek rakamın altında olduğu düşünüldü. Bu araştırmaların toplam bütçesine gelince, yılda 20 milyon dolar civarında olacaktı.

Böyle araştırmalarla geçen otuz yılın sonunda, hiçbir psikotronik silah üretilmedi, en azından uzmanların bildikleri kadarıyla. Ama belirsizlik içinde uzmanlaşmak nasıl mümkün olacaktı?

Bilimsel araştırmanın özelliği tarafsız olmaktır; ama haklı olarak bu araştırma teknik ve uygulamaya dayalı amaçlarla başlamıştı; sonuç olmayınca vazgeçilmesi gerekti. Kimilerinin şüpheciliği, kimilerinin de alaylarıyla perçinlenen bir ilgi kaybı, psişik savaşın askerlerinin ateşini giderek söndürdü; onlar da bakteriyolojik savaş ve füzesavar kalkanlar gibi daha gerçekçi amaçlara yöneldiler. Soğuk savaşın sonu psikotronik silahların seraplarını yavaş yavaş dağıttı.

Öte yandan, 1986’da CIA’in Stargate operasyonu çerçevesinde, bir grup medyum Libya’ya baskın öncesi Kaddafi’nin yerini saptamakla görevlendirildi.

1994’te eski başkan Jimmy Carter’ın anlattığına göre, kendisinin Beyaz Saray’da olduğu dönemde bir CIA medyumu bir Zaire haritası önünde transa geçti ve Amerikan uydularının saptayamadığı bir uçak kazasının tam yerini tespit edebildi.

Dünyanın dört bir yanına yayılmış ve kontrol edilemez bir efsanenin kışkırttığı gerçek araştırmacıların yanı sıra aydınlar ve aldatıcılar, otuz yıldan fazla süren bir sözde-bilimsel fantazmagoryada şöhret kazanmışlardı.

Bu akıl dışı bölümün incelemesi, çok uzun bir süre boyunca ulusal, askerî veya ekonomik çatışmalara indirgenmiş olan tarihin mekanizmaları üstüne yeni bir ışık tutuyor: Kolektif psikoloji. Bir yüzyılın üçte biri boyunca, büyük güçler kendi para birimlerinden yüzlerce milyonu, teknik jargonla süslendiği halde eski büyücülerinin lanetlemelerinden daha fazla değerli olmayan silahların araştırmasına harcadılar.

Bu güçler kendi kendilerini aldatmışlardı.

Kaynak: 4000 yıllık tarihi aldatmacalar

Etiketler:

REKLAM ALANI
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz